14 Eylül 2015 Pazartesi

veloturk grandfondo ( ne işim vardı orada )

    Merhaba,
    Çok uzun olmayan bir süredir yol bisikleti kullanıyorum, hala birçok şeyi bilmiyor, hergün yeni birşeyler öğreniyorum. Günümüzün kalabalık gürültülü betonlaşan yapısı ile insan ruhunu sıkan yaşadığımız şehirler mental sınırları zorluyor yorgunluğumuzu artırıyor. Arkaplandaki bu kaos aslında tercihlerimizi ve yaşam biçimimizi derinden etkiliyor, bazen de en çok sevdiğin kişiye sataşıyorsun. Farkında olmak iyi mi kötü mü bilmiyorum alacağınız kararlara bağlı olarak değişir. Ben mi? bisikleti seçtim güzel de oldu, arkaplan kaosuna nanik yapıyorum bazen.  
    Şehrin kaosu devam ederken tüm eşyalarımı ve bisikletimi arabaya yerleştirdim, eşimin kullanmak istediği bisikleti de arkaki askıya dikkatlice bağladım, o festivale bense grandfondoya gidiyordum. İlk defa bu kadar yokuş çıkacak forma giyecek numara takacak yarışa katılacak sanki bayramlık çocuklar gibiydim üstüne üç gün izin alınca şehre nanik yaparak yola çıktık. Sabah otele yerleşir yerleşmez çevrede ne kadar gezilecek yer varsa doğaçlama tekrar yollara düştük, sanki gece bir başkası bizi buraya getirmişti. Benim kafamda ise gidilen yollara bakıp grandfondo'nun yolları ile kıyaslamak gelip geçiyor devamlı. Çevrede ne kadar gidilecek yer var ise dolaşıldı sayılır, tahmin edeceğiniz gibi hem gezildi hemde alışveriş yapıldı hatta Avanos çömleklerine epeyce servet bırakıldı ! valla en iyisinden bir çift cant seti bile alınırdı ahhhhh öffffff. Neyseki yorgunluktan günün sonu geldi kurtulduk sabah ola hayrola. İkinci gün birincisini aratacak şekilde geçti bütün yeraltı şehirleri iki büklüm dolaşıldı hatta Ihlara Vadisine kadar uzanıldı, inildi çıkıldı vadi boyunca yüründü kiliseler gezildi alışveriş ihmal edilmedi ve kaldığımız otele yorgun argın döndük. İkinci gün grandfondo'yu tümüyle unutmuştum sahi biz niye buraya gelmiştik?. 
    Cuma sabah neden burada olduğumuzu hatırlamak için efor sarfetmeme gerek kalmadı, artık yarışa katılmak isteyenler gelmeye başlamışlardı. Derhal önlem alıp sabah çalışmasına zaman ayırdım, parkurun Avanos kavşağına kadar olan kısmına gittim, geldim. Bu küçük keşif birşeylerin zor olacağının habercisi idi. Günü hazırlıkla geçirdim, gerekli malzemeleri hazırladım lazım olacak birşeyi unutmak hiçte iyi olmazdı. Kaydımı yaptırdım, espiriler içinde formamı ve çantamı aldım. Brifing saatinde Ürgüp sinemasına doluştuk, bu organizasyonun yapılmasına neden olan ve emeği geçen Veloturk ekibinden gerekli bilgileri aldık, bu konuda diğer katkı sağlayan kişileri de dinledikten sonra makarna partisine katıldık. Gerçekten amatör insanlara değer veren birşeyler görüyorduk, bizde bu projenin parçası olmaktan hoşnuttuk, güzel bir gece oldu.
     Yarış sabahı genç arkadaşlardan biraz ödünç müsli alarak kahvaltımı yaptım, sonra formamı giydim, birkaç resim çekildikten sonra start noktasına yollandık. Eh artık sıra bana gelmişti, alışveriş filan yok önümde sadece yol vardı, belki de bu yüzden çok rahattım. Biraz zaman geçince kalabalık artmaya başladı, artık yola sığamaz olmuştuk. Beklerken yarış direktörü ( Sn. Sarper Bey ) arada bir beş dakika, üç dakika şeklinde anonslar yapınca nabızlar yükselmeye başladı. İlk hedef bu kalabalıktan sağ salim ana yola çıkmaktı derken start verildi. Ana yola çıkıldı, artık yarışın ortasındaydım, etrafı seyretmek keyif almak tadını çıkarmak için sağa sola bakınıyordum.
    Yola çıktığımızda ilk mola alanına 69km yolumuz vardı herşeyi planlamak özellikle hidrasyona dikkat etmek gerekiyordu, güneş saat ilerledikçe bizi yakacaktı. Kopan gruplar almış başlarını gitmişlerdi, arkada kalan gruplar ise bayağı uzun bir şekilde yola dağılmışlardı, kimi gelip geçiyor, kimilerini biz geçiyorduk. Aralıklarla tırmanışlar ardından inişler oluyordu, bu inişlerde yapabildiğim kadar hızla gidip tırmanışlardaki kayıpları kendimce azaltmak istedim. Asfalt kalitesi çok iyi olmadığından ciddi sarsıntı yapıyordu bir ara garipçe rampasında aşağıya doğru hızla inerken gidonun üzerine yattım bu sırada ön tekerleğin göbeğine, dönüşüne bakarken şimdi lastik patlarsa yada teker yerinden çıkıp giderse diye bir şeyler aklımdan geçti ... sonra "ne işin var burada senin" dedim kendime ... bu monolog allahtan uzamadı kafamı kaldırdığımda arkadan gelen trafiğin sesine uyandım. Bir müddet sonra sıcaklık gitgide artmaya başladı yol biraz düzeldi ve sonunda ilk mola noktasına ulaştım. Saate baktım iki saat yirmi küsür dk.buraya kadar hedeflediğim gibi geçti artık en zor bölüm başlayacaktı, Erciyes Dağı önümüzde bütün heybeti ile duruyordu, ben ise yokuş mokuş çalışmamış ödevini tam yapmayan öğrenci misali diğer yarışçıların arkasında saklanıyordum. Mola yerinin hakkını verdikten sonra tekrar yola koyuldum. ( Mola yeri pros : çok güzel organize edilmiş yeterli miktar ve çeşitte içecek ve yiyecek bulunmakta, personel güleryüzlü ve yardımcı cons : yeterli gölgelik alan yok yada mola yeri seçiminde bu gözetilmeli, sporcunun gelip sırtüstü yatıp ayaklarını biraz yüksekçe yere koyup dinlendireceği mat serili bir alan olsa iyi olur, aynı değerlendirme ikinci mola yeri içinde geçerlidir. )
İlk kavşaktan geçerken trafik polisi kolay gelsin rampaya hazırlan dedi, pek anlam veremedim, az sonra çok ciddi bir yokuş ile karşılaşınca durumu anlamış olduk. Bir yandan güneş bir yandan asfalttan çıkan sıcak bir yandan vucuttan yayılan ter ve sıcaklık yokuşu cehenneme çevirdi yavaş çıkılması rüzgar etkisi de yaratmayınca gerçekten çok zor oldu. İlk moladan sonraki bu yokuşun adı ne idiyse bilmiyorum ama bana bir defa daha "ne işin var burada" dedirtti. Neyse tırmanış bitip aşağıya doğru sallanınca herşeyi bir anda unutuverdim neşem yerine geldi. Kısa bir süre sonra tırmanışlar tekrar başladı sallana sallana öfliyerek Hacılar öncesi bir benzinlikte molayı verdik, benden başka burada duran arkadaşlar ki ilk molada neşeli idiler şimdi grandfondoya verip veriştirmeye başladılar, bir süre bu muhabbete katıldıktan sonra yine yola düştük. Aklımda bu sefer 79.ncu km bulunan mola yeri vardı fakat orası Erciyes değilde sanki Kaf dağının arkasında idi. Hacıları geçtikten sonra dik yokuşta elde hortum geleni yıkayan bir hayırsever ile karşılaşınca durduk bir güzel banyomuzu aldık suyumuzu yeniledik, içtik tekrar seleye oturduk. Metreler bile bitmiyordu artık zorlanmaya başlayınca inip yürümeye karar verdim. Arkadaşım gibi yanımda benimle gelen bisikletim de rahatlamıştı, bir müddet sonra tekrar yola koyulduk km saatim 79 km'yi geçti ufukta mola yeri filan yok ... derken mola yeri göründü, zor bela kendimi oraya attım. Birçok arkadaş kendini yerlere atmış, oturmuş tuhaf bir sinema sahnesi gibiydi. Konuşulanların bazıları anlaşılmıyordu, bazıları şikayet ediyordu, birbirine moral verenler, buradan sonraki yolu soranlar vardı. Özellikle mola yerinden bakıldığında bir tırmanış görülmüyordu. Fiziki yorgunluk mental yorgunlukla birleşmiş genellikle ne yapılması gerektiğine karar vermek zorlaşmıştı. Bu mola yerine vardığımda benim de kararım bırakmaktı kısa bir süre dinlendim, sonra birşey yiyip içtim, sonra kendimi iyi hissedene kadar dinlenme kararı aldım. Buraya kadar özellikle hidrasyona dikkat ettiğimden olsa gerek herhangi bir kramp ile karşılaşmadım, fakat gelenlerin bir çoğu kramplardan şikayet ediyordu. İyice dinlendiğime karar verince tekrar yola çıktım artık saate filan da bakmıyordum. Gidebildiğim kadar gidecektim uzak ara arkamda ve önümde olanlar vardı. Son düzlüğe çıkıp ta finish kısmını görünce bittiğine karar verdim, çizgiyi geçtiğimde zaman limiti içinde kalmıştım. 
     Bitirenler için üzerinde finisher yazılı madalyayı alınca şaşırdım demekki beni unutmamışlar bitirmek bile önemli imiş, oysa benim için katılmak, Veloturk projenin bir parçası olmak daha önemli idi. 
     Şimdi bir finisher olarak gelecek yıl katılacak olanlara sesleniyorum sosyal sorumluluk projesine ortak mı olmak istiyorsunuz? yada neler yapabileceğinizi görmek mi istiyorsunuz? hatta daha fazlasını bile yapabilecek potansiyeliniz olduğunu biliyor musunuz limitlerinizi keşfedin, kendinizi keşfedin katılımcı olun.
     Bize bu proje ile ilk grandfondo yarışı imkanını hazırlayan Veloturk Ekibine ve diğer katkı sağlayan emeği geçenlere teşekkür ederim.

Sevgilerimle
Nejdet Avcı
14 Eylül 2015     

    



18 Mart 2014 Salı

salto #77

Görünüm

Salto #77 olarak gerçekleşen toplantı bir önceki Salto #76’da olduğu gibi yine 5.li olarak katılım açısından hayli zayıf bir görünüm sergiledi, zaten önceki toplantı içeriği ve katılımı da zayıf kalmıştı, umalım bu böyle devam etmez. 
Yapılan Salto istatistiklerinde katılımın az olduğu toplantılarda içeriğin de son derece düşük profilli seyrettiği verilerden çıkmaktadır. Bu çarpıcı bir tespit olarak üyelere sunulmaktadır. Özellikle bir üyenin bu tür saltolarda diğer üyeleri yönlendirdiği, ve onları istemedikleri eylemlere zorladığı kayıtlarla sabit görülmüştür. Bu yüzden katılımının yüksek olması çok önemlidir. Eğer katılımda bir zorluk var ise nedenleri açıkça masaya yatırılıp tedavi edilmelidir. 
Salto #77’de  nereden akıllara esti ise bir özür dileme furyası gündeme geldi, malum salto #76’da sesli mesajlar trafiği yaşanmıştı, bunlar tekrar gözden geçirildiğinde, ardından böyle bir davranış sergilenmesi müdüriyeti çok memnun etmiştir. Ancak son konuşmacı özür dileme yerine tekrar eski moduna dönerek bildiğimiz lafları etmiş, müdüriyet bu üyenin ayarlarının tekrar gözden geçirilmesini hocamız Metin beyden rica etmiştir, muhtemelen diline de bir piercing takılmasını önerecektir, zaten ara sıra garip bir metal çubuktan duman çıkaran bu üyenin uzunca bir zamandır takıntıları olduğu gözleniyordu, allah şifa versin diyelim.

Kuzu stoklarına bakan eski level manager işe hızlı bir giriş yaparak stok durumlarını duyuran bir mesaj yayınladı. Müdüriyete danışmadan yapılan bu bildirim zamanlama olarak uygun olmasa da konuyu açtığı için iyi oldu. Müdüriyet bundan böyle herkesin kendi adına ürettirdiği rakılardan tüketmesini böylece tüketiminde özelleşmeyi teşvik etmeyi diğer yandan ise rakı ikramının her zaman olduğu gibi serbest ve özgür olduğunu bildirmeyi görev bilmiştir. 
Ayrıca son iki saltoya ait tapelerin müdüriyet backup arşivinde bulunduğunu, akıbetleri konusunda ise üyelerin görüşlerinin önemli olduğunu vurgulanmıştır. Kötü sözlerin daima sahibine ait olduğunu birkez daha hatırlatılarak, özürlerin ise kabulünü talep etmiştir. (birisi hariç) 

 






Müdüriyet 

 istatistikler ;
·         77.ncü salto
·         Mart aylarında yapılan 6.nci salto
·        Salı günleri gerçekleşen 62.nci salto
·         Katılan 5 üye (AA,CT,HB,RK,TA)
·         Katılan üyelerin toplam kilosu ; 454 Kg


13 Mart 2014 Perşembe

salto #76

Görünüm
Çok güzel geçen şubat ayının son salto'sundan sonra mart ayının ilk saltosu çok çabuk geldi, 5 gün sonra salı yapılması gereken saltonun çarşamba günü yapılması teklif edildi. Bu salto'ların böyle aradan 7 gün geçmeden yapılmasına müdüriyetin acayip kıl olduğunu sekreterlik olarak belirtmek zorundayız, nede olsa müdüriyetin arzu ve isteklerini yayınlamakla görevliyiz. Fatsalı Samibey'den sonra Karabükte olacağını belirten Sn.Kerdin, gelecek toplantı katılımının düşük olacağının sinyalini vermişti. Seyahat planını gönderen Remzi bey ise katılmayacağını, cezaya razı olduğunu belirtiyordu. (adam hem milano'da hemde sonra moskova'da imiş, cezaya razıymış, beni de götür ben senin cezanı veririm, diyesim geliyor ... allah allah ...)  derken arkadan dansözcü Halis bey çarto yapalım diyerek bir gün sonrasına teklif verdi, ardından diğer grup üyeleri de buna uydu ve çarşamba kesinleşti. bu arada bir üye fikrini söylememişti, tam mail savaşları başlamak üzere iken ilk bomba patladı üyelerden tamburî “Değerli salto üyeleri ... diye başlayan mailinde .... kuralları hatırlatmış ... ve devamında
"Ben bugünkü çarto toplantısına itiraz ediyorum, bu durumda sizin ÇARTO kadük olmuştur, boşuna rakıları tüketmeyin, itirazım harbidir, kural varmı yok mu görelim" itirazını yapmış, hemen akabinde Sn.Kerdin tarafından gönderilen okkalı bir salvo atışı ile karşılık bulmuş, ve ortalık bir anda karışmıştı ... Atılan salvo şöyle idi. "Sevgili Arkadaşlarım Salto Üyeleri ... “ diye başlamış sonra “Balık burcundan olduğum için çabuk alınıyorum ...  Bugün kü toplantıyı ÇARTO olarak adlandırmayalım. Bu gün tüm arkadaşların SALTO ya  katılmama CEZA tutaratlarını ben ödeyeceğim. Akşama size cebimden SALTO dışından iki büyük Rakı getiriyorum. Rakıları içtikten sonra eğer şişelerde kalır ise şişeyi alıp götürmeyeni ........... ler.” Şeklinde mail yazınca karşı cevap olarak kısa bir analiz geldi Tamburî’den işler iyice karıştı , tabi bu arada birileri boş durur mu? hemen ilk küfürlü mail Gübekali’den geldi, bu defa kurala giydiriyordu, ve kendisine destek bulmakta gecikmedi,  diğer mailler de geldi, daha salto #76 başlamadan karışmıştı, galiba en çok da “rakı tüketimi” konusu çıban başı gibi duruyordu ve eski bir hikayesi vardı, keşke müdüriyet izin verse de yazsaydık iyi olurdu ya .... neyse geçelim şimdi ... saatler 18:00’i gösterdiğinde çarto için mekanda hareketlilik başlamıştı, fakat gelenler 5 kişiyi geçmemişti, hem kural olarak kadük, hemde yoklama yani sayı açısından kadük olmuşlardı, derken Tamburî’den gelen hayırlı çartolar whatsapp mesajı o ana kadar devam eden yazılı mail trafiğini bir anda sesli mesaj trafiğine döndürdü. Arka arkaya Tamburî’ye üç mesaj geldi ki, müdüriyet bunları dinlerken bile çok zorlandı ... salto tarihinde böyle sesli mesaj zulmü görülmemişti, karşılıklı mesajlar, koro halinde söylemler, futbol tribünlerini aratan tezahüratlar sadece bir kişiye yöneliyordu. Tamburî bunlara cevap vermekte gecikmedi ve hepsini müsvedde ilan ederek tartışmayı bir üst levele taşıdı. Artık tren rayından çıkmış tapeler sağlam yerlere alınmış, ortaya çıkacağı günü bekler duruma gelmişti. Bu araya bir notumuzu eklemeyi ihmal etmeyelim, Müdüriyet bu mesajlar konusunda özel bir oturum ile görüşme açılmasını dahi düşünmektedir. Şimdi akıllardaki soru bu toplantı salto #76 olarak kayıtlara geçsin mi? geçmesin mi?. salto #76 ‘nın içeriği konusunda daha çok tartışma yaşanacağını, kadük olduğunu bilsek dahi, fiziki bir toplantının olması salto #76’nın kayıtlara geçmesine engel değil, en azından müdüriyet bu yönde eğilimini belli etmiş durumdadır, ayrıca karabük mü? akbük mü? konusunda ise seyahat özgürlüğü olduğunu kabul ediyor, ancak bükler yerine Antalya’yı tercih ettiğini belirtiyor, çünki orada “simpleton tavern” varmış diyorlar ...




Sekreterlik,  (Müdüriyet Adına ...)

 istatistikler ;
·         76.ncü salto
·         Mart aylarında yapılan 5.nci salto
·        Çarşamba günleri gerçekleşen 11.nuncu salto
·         Katılan 5 üye (AA,CT,HB,KE,TA)
·         Katılan üyelerin toplam kilosu ; 458 Kg


12 Mart 2014 Çarşamba

Salto #75

Görünüm

eğlenceli bir salto #74 ardından bir hafta sonra yapılması planlanan salto #75 gerekli çoğunluk sağlanarak 27/2/2014'de Perto olarak gerçekleştirildi. Sahaya tam kadro çıkmayı hedefleyen coremath'81,  Samsun'da bulunan Türker beyin eksikliği nedeni ile sahaya bir eksikle çıkarak salto #75 'i herzamanki mekanında gerçekleştirdi. beklenenin aksine son derece seviyeli ve yapıcı bir toplantı olarak kayıtlara geçirildi. salto #75'in bu havada gerçekleşmesi biraz şaşkınlık yaratsa da grup buna alışmakta zorluk çekmedi. Mekan sahibi üyemizin alışveriş yaparken peynir aşkına yenik düşüp aldığı 165 çeşit değişik yörelere ait peynirler masa üzerinde adeta bir olimpiyat açılışı gibi dizilmişlerdi. daha masanın organizasyonunda başlayan bu güzellik gelenleri hayrete düşürmüştü. rakının yanında yüzyıllardır en baş köşeyi alan peynir, bu defa masadaki başrolü rakıdan çalmış gibiydi. Ali kardeşimizin bu inceliği müdüriyetin gözünden kaçmamış olmasını dileriz. gelelim bu masadaki bu peynirlerin dağılımına (herhangi bir abartı veya ilave yoktur!) 
  •   MARDİN – HALHALI ZEYTİN (YEŞİL)
  •   MANİSA – SOFRALIK ZEYTİN (SİYAH) 
  •   GEMLİK – PASTORİZE ZEYTİN (SİYAH)
  •   SOSLU NAMLI ZEYTİN (YEŞİL)
  •   TARİŞ KURUTULMUŞ DOMATES DOLGULU ZEYTİN (YEŞİL)
  •   FORA ÇİZİK ZEYTİN (YEŞİL)
  •   KİLYE ZEYNİN EZMESİ (SİYAH)
  •   KEBİR ABHAZA PEYNİRİ
  •   NATURA VERDE KARS ESKİ KAŞAR PEYNİRİ
  •   MURATBEY KAŞKAVAL PEYNİRİ
  •   CEBEL ÇÖREKOTLU TULUM PEYNİRİ
  •  BALTALI KEÇİ TULUM PEYNİRİ
  •   SAVAK TEL PEYNİRİ        
Bu toplantının diğer bir özelliği ise Bilgin kardeşimizin annesi ( R.I.P ) için yaptırmış olduğu pideleri tam zamanında getirmesi idi. Anadolu yakasının en güzel pidelerini bu trafikte yaptırıp bize getiren arkadaşımıza teşekkür ediyoruz. Tabiki pidelerinde sonu peynirler gibi oldu, bir müddet sonra ortada pidelerin yerinde yeller esiyordu, peynirler ise çeşitli takviyelerle direnmeye çalışıyorlardı.
sağdan, soldan, ortadan konuşmalarla devam eden toplantıda bir ara nedense dansöz muhabbeti öne çıktı, halis beyin dansöz ile çektirdiği foto ile başlayan çekişmede taraflarların "Benim Dansözüm senin dansözünden güzel..."  iddaası ortalığı karıştırdı.resimlere bakıp karar verebilirsiniz? (müdüriyet taraf tutmayacakmış)
 dönsöz konusunda haftanın diğer önemli olayı kerdin beyin bu konudaki maili oldu !!!

altı kırmızı çizgili olan cümlede özellikle "tüy kökleri kapartıları ...." ifadesi tam açıklığa kavuşmamış durumda bırakıldı. Ayrıca kendisinin durup dururken konu değiştirip kıbrıs seyahatini sorması dikkatli gözlerden kaçmadı.  Sonuç olarak salto #75 güzel bir toplantıyı bir eksikle tamamlayarak, haftayı avantajlı kapattı. ( gerçi bu konuda bir rakibimiz yok ama ... olsun varsın bizim içimizdeki rekabet yeter artar bile, şşşşştttt  müdüriyet duymasın) 

Müdüriyet

 istatistikler ;
·         75.ncü salto
·         Şubat aylarında yapılan 10.ncu salto
·        Perşembe günleri gerçekleşen 3.ncü salto
·         Katılan 10 üye (AA,AK,BG,CT,HB,KE,NA,RE,RK,TA)
·         Katılan üyelerin toplam kilosu ; 1.073 Kg


19 Şubat 2014 Çarşamba

Salto #74

Görünüm
    74.ncü Salto toplantısı 18.2.2014 tarihinde planlandığı üzre her zamanki mekanda gerçekleşti. Bu toplantımızda misafir sanatçı olarak Ordinaryüs Metin Hocamız ağırlandı, umarız keyif almıştır. Toplantı masasında sivri köy biberi, domates ve kızartılmış çarlistonlar baş köşede idi. Bu kızartılmış çarlistonlar için bir ara  “emek yoğun kızartma” tabiri çok önemle vurgulandı, fakat ne anlama geldiğini pek anlaşılamadı. Aralıklarla kapıyı çalıp toplantıya gelenler, yanlarında birşeyler getirerek bağıra, çağıra kantara çıkıp acayip bir ritüel yapıyor, arkasından sıra ile salona teşrif ediyorlardı. Bu arada toplantıya yaklaşık 4-5 kilo salam getiren Sirtaki Remzi kardeşimize, ve bir o kadar tandır ekmeği ve osmanlı tulumbası getiren Level Timuçin kardeşimize, Üstad Cemil ve Şef Ramazan kardeşlerimizin getirdikleri örnek gösterildi. 
Ordinaryüs Metin hocamızın getirilen nevaleler ve yediklerimiz hakkında verdiği bilgiler çok yararlı oldu. Kısaca masadaki Organik Halis kardeşimizin getirdikleri dışında kalan tüm yiyeceklerin çok zararlı olduğunu özellikle belirtildi, ve önlem alınması kararlaştırıldı.
Bu arada Filfili Başkan'ımız bütün bunlar konuşulurken acılı humusun kabında kalan son tabakayı da büyük bir ustalıkla sıyırıyordu. Zaten konuşulanları da pek duymamıştı. Sohbet henüz rayına oturmamıştı ki  Organik Halis bey kardeşimiz misafirleri olduğu için izin istedi, ağzı pek bozuk olan Gübekali derhal ençok yaptığı şeyi yaparak güzel sözleri sıralamaya başladı, tam o sırada diğerleri olaya el koyarak 4 yıldır ilk defa izin isteyen üyemize saygı gösterilmesini istediler, Gübekali'yi ise iyi bir sözlü tacizden geçirdiler. Herkes oturdu, sohbet hızlandı, şaçma sapan konular büyük bir ilgi ile dinlendi, arada bir Şef Ramazan sayesinde siyasete dalıp çıkıldı, neyseki anormal bir durum oluşmadı. Gece yarısına doğru kapı çaldı, kapıda biraz gecikmiş olsa da önce Kuş Bilgin beyin göbeği görüldü, ardından arzı endam eyledi. Üstüne üstlük birde herkesi bir güzel öptü. Biraz tedirginlik yaşandıktan sonra tekrar havaya girilmişti ki, bu defa kirkov konusu ile Sirtaki Remzi bey kardeşimize yönelen Gübekali çok ısrarcı oldu, küçüklüğünü yaşıyor “kirkov isterem, kirkov isterem” der gibiydi. Diğerlerinin çok arzuladığı şey Üstad Cemil beyden geldi. “bunu trene bindirin yarı yolda kirkov burası diyip indirin, siz devam edin” arka sıralardan allah razı olsun sesleri yükseldi.
Bu arada iki kişinin kayıp olduğu farkedildi, aramaya çıkanlar Tamburi Nejdet efendiyi kanepede sızmış buldular, aşırı çiğ köfte tüketen şahıs Ordinaryüs Metin hocanın ikazı üstüne çok pişmanlık duyarak kendini kanepeye atmış. Diğer kişinin Kuş Bilgin olduğu anlaşıldı, o da mutfakta meyva hazırlarken bulundu, kendisi kuşça tebrik edildi, dil atmasına meydan verilmeden uzaklaşıldı. (eskiden bukalemun imiş, darwinden dolayı zamanla kuş olmuş, fakat eski huylarından geçmemiş ) 
Çeşitli boş konuşmalardan sonra haydi toplanın ikazı geldi, nereden geldiği belli olmıyan bu ikazı ciddiye alan ekip aniden toparlanmaya başladı, sağa sola dağılanlar, kendilerine birer iş tutup çabucak Gübekali'nin konusu olmıyan tuhaf filmlerini seyre daldılar, "tablefili" semptomlarının görülmesi üzerine buna derhal son verildi. Kahve siparişlerinin alınması ile pişirilip sunulması konusunda Sirtaki Remzi bey kardeşimize “kahve dünyamız” lakabı takıldı, söylemeden geçmeyelim ; ellerine sağlık güzel olmuşlardı. 
Bütün ekibi elindeki duman çıkaran garip bir çubukla hem izleyen hemde zaman zaman sohbetlere katılan Ordinaryüs Metin hocamız; grubun herhangi bir davranış bozukluğu olup olmadığı şeklindeki soruya “filifili dışında bir şeyiniz yok sağlınız yerinde böyle devam edin demesi” moralleri yükseltti, fakat bu “filifili” nedir  kimse bişey anlamadı, üstüne giden de olmadı, unutuldu gitti.  
Çöpler alındı, dışarı çıkıldı, tekrar öpüşme seansları yapılarak, 74.ncü saltoya son verildi.
müdüriyet
istatistikler ;
·         74.ncü salto
·         Şubat aylarında yapılan 9.ncu salto
·         Salı günleri gerçekleşen 61.nci salto
·         Katılan 9 üye (AA,AK,CT,NA,TA,BG,RK,RE,HB), 1 misafir (ME)
·         Katılan üyelerin toplam kilosu ; 1.066 Kg

5 Şubat 2014 Çarşamba

CoreMath'81


1.nci Geleneksel Batı Karadeniz Turu

Uzun süredir Salto'da şekillendirilen geleneksel CoreMath'81 1.nci Batı Karadeniz Turu cuma sabahı erkenden beklenildiği üzre hareketli bir şekilde başladı. Kozyatağından son ekip üyelerini alan Caravelle neşeli bir şekilde toplanma yerine doğru hareket etmişti, henüz toplanma yerine ulaşılmadan yolda alınan ilk haber gündeme düştü, alınan bilgilere göre 2 nolu Mercedes ekibinin araçları ( Mercedes ) bozulmuş bunun üzerine ekip kapıda bekleyen iş makinelerini ( jeep caterpillar gibi bişey ) alarak yola koyulmuşlar. Bu arada 3. nolu Passat ekibi ilk buluşma yerine sakin bir şekilde gelmişti. 

Buluşma yerine ilk gelen Caravelle ekibi turun daha başında dakiklik konusunda taviz vermeyeceğini belli etmişti. Bir müddet beklemeden sonra iş makinası buluşma yerine geldi ( bundan böyle fıstıkî jeep olarak belirtilecek), araçtan inen Aksoy’lar başlarına geleni hareretli bir şekilde anlatırken, kendileri ile gelecek olan şahısın uyuyup kaldığını kendi başına geleceğini o yüzden yanlız geldiklerini belirttiler. Uyuyup kalan şahıs (bundan böyle somun pehlevanı olarak anılacaktır, yazıda kısaca SP geçecektir) hemen sevdaluğundan ( adı Efuli imiş sonra öğrendik ) yardım istemiş. Bir müddet sonra getirilen SP ile tanışma merasimi ve yaşanan kısa bir kargaşadan sonra Efuli hanıma teşekkür ederek evine gönderdik. Ancak Caravelle ekibine süpriz bir şekilde katılarak izin almadan ön koltukta yerini alan bu SP’nin  pilotumuza yardımcı olmak üzere geldiğini söyleyince, oraya kadar Caravelle ekibi ile gelen Türker'ler derhal Ejderoğullarına katılarak garip görünen bu SP’den kurtulmuş oldular , tur hakkında dağıtılan broşürler alındıktan sonra yola nihayet revan olundu. 


Tedirgin Caravelle ekibi garip garip konuşan devamlı video çeken öndeki SP için yapacak bişey olmadığını görünce alışmak zorunda kaldı. Tur broşürünü zorla okuyup dinlettikten sonra diğer ekipleri de arayıp aynı talimatları vermeye başladı, sonra da cd’ler le kaptanımızla uğraşmaya dalınca Caravelle ekibi rahat bir nefes aldı. Programa göre Şef Dursun’da ( Arizona apaçi’lerinden olup yaşadığı yerlere benzeyen Bolu dağına gelip yerleşmiş bir kişi )  kahvaltı için duruldu. Kapıların açılması ile birlikte kahvaltı masasına aynı anda 13 kişi birlikte çullandı. Şef Dursun olacakları önceden kestirmiş olmalı ki ortalarda gözükmeyerek canını zor kurtardı, gerçi ekibin daha sonra sakinleşmesi ve kan şekerinin normal düzeye gelmesi ile sohbetlere katıldı. Bu arada yan masadan gelen çok bağırıyorsunuz ikazı grubun iyi tarafına denk geldi, karşılık verilmedi. Şef Dursun kahvaltı sonrası verdiği bilgilerde sadece tüketilen kaymağın 4 kilo olduğunu artık sezon sonuna kadar kahvaltıdan para kazanamıyacağını gülerek anlattı. Diğer tüketilen kahvaltılıklara ise burada hiç girmeyeceğiz, sadece işin anlaşılması için donmuş sucuk yağının dahi çok rağbet gördüğünü belirtelim. Artık rahatlayan tur ekibi toplu olarak yola koyuldu, bu arada Caravelle ekibinden SP ayrılarak fıstikî jeep’e geçerek göbeğine uygun bir yer buldu.


Cravelle kaptanı tarafından Karabük’e gelindiğinde yapılan güzel bilgilendirmelerden sonra Ramsey fabrika satış mağazasında kısa bir mola verildi. Kısa bir moladan sonra Safranbolu’ya varıldı Akçe otele inildi. Otel şeçimi konusunda tebrikleri kabul eden organizatörlerin havaları çok yerinde idi. Konak tarzındaki bu ahşap otel kısa sürede çok benimsendi. Yürüdükçe her tarafa ses geçiren ahşap yapının odalarının tur sakinleri tarafından hiç mi hiç önemsenmediği dikkat çekiciydi, belki de meraka mucip bazı konuların bu gece aydınlanacağı konusunda bir fikir mi oluşmuştu acaba ?. her neyse odalara yerleşildi ve hızlıca dışarı çıkılarak çarşı, pazar, müze, konak denilerek dolaşılmaya başlandı. Çarşı da lokumcuların teşhirde bulunan lokumlarının nerede ise yarısı tüketildikten sonra ve alınan 128 adet masa örtüsü, Safranbolu maket evleri, bilumum ıvır zıvır ile çarşıya yapılan baskı sona erdirildi. Bu arada kaymakamlık evi denilen mekana giden bir grup, guiness rekorları kitabına girecek bir rehber kızın peşinden 33 odalı köşkü 1 dakika 30 saniye gibi bir zamanda odadan odaya koşarak gezdiler, yarım kaldığını düşündükleri yere tekrar geliriz sözü vererek otele zor yetiştiler. 


Akşam yemeğinin verileceği Kadıoğlu denilen mekana doğru yola çıkan kafile eski Safranbolu’da akşam üzere bağıra çağıra mekana geldi. İçerde CoreMath’81 kafilesini gören Tayvanlılar mekanı terkerek canlarını kurtardılar. Önceden ikaz edilmiş garsonlar gruba saygılı bir şekilde hizmet verdiler, karşılıklı yüksek sesli sohbetler, atışmalar içinde aşçının marifetleri arada kaynadı gitti. Bu güzel akşam yemeği gruptan beklenmeyecek şekilde huzur içinde bitti, ve Boncuk Kahvesi denilen otantik bir türkü salonuna gidildi. Herkes yerleşti salonun köşesinde oturan saz ekibine katıldı, güzel türkülere eşlik edildi. Kahvenin havası, yani ambiyansı çok beğenildi, bu arada İstanbul’dan beklenen misafirin de gelmesi ile grup tam kadroya ulaştı, bu arada o saate kadar grubu bezdiren malum SP gitmiş yerine sanki başka birisi gelmiş gibi oldu. (bundan böyle tur bitene kadar çok uyumlu sevecen yumuşacık bir pehlevan oldu, yani YP). Grup oohhh diyerek derin bir nefes çekti, yanındaki genç bayan Efuli’ye çok teşekkür ettiler. Falların bakılması, meyva çaylarının içilmesi ve kedi simgelerinin kazak ve gömleklere iliştirilmesi ile birlikte mekandan çıkılarak  otel yolu tutuldu. YP’nın göğsünde iki adet kedi simgesi olduğu gözden kaçmadı. Bir ara karakol önünden geçilirken sessiz olma uyarısı alan grup bu iki oldu, üçüncüsü olmasın diyerek sessizce yokuşu tırmandı.  İstirahate çekilmek istemeyen grup ve gıcırtıları dinleyen bir kısım meraklı eşliğinde sohbetler yapılırken üst kattan inen Üstad Sufî Cemil Beyefendi, koridorda dolaşan zararsız slipli birini gördüğünü iddaa etti. Lobidekiler pek inandırıcı olmayan bu olayı abartı olarak gördüler.  Bir müddet sonra herkesin odasına çekilmesi ile birlikte ahşap köşkün özelliği ortaya daha çok çıktı, woodenhoven’den çok hareketli ahenkli bir senfoni başladı. Sonunda herkes yorgunluğunu bir şekilde uykuya teslim ederek sabah kahvaltıda yeniden buluştu. Geceyarısı senfonisi hakkında çeşitli rivayetler olsa da sabah kahvaltı öncesi önemli bir grubun hamama gitmesi senfoninin canlı icraa edildiğinin en önemli kanıtı kabul edildi. Yanlız bir konuya açıklık getirilemedi ancak o da işin gizemi olarak kalsın denildi. “vurmalı çalgılarda kim vardı ?”. 


Bavullar araçlara yerleştirildi, manevralar yapıldı, fakat Caravelle kaptanı bir an boş bulununca marşpiyeri taşa çarptı, oluşan bu küçük kazayı bir nazarlık kabul ederek Kaptan teselli edilmeye çalışıldı. Safranbolu saat kulesi, eski cezaevi kısa ziyaretinden sonra Yörük köyüne gidildi. Henüz yola çıkalı 5 km olmadan yorulan bazı şahıslar gözleme derdine düşüp bu önemli köyü gezemediler, çamaşırhaneyi göremediler. Köyedeki müze ev gezilerek değerli bilgiler elde edildi, bu arada bir küçük kapı ağzında küçücük bir tezgahı olan yaşlıca bir amcaya dört koldan yapılan alışveriş baskısı fayda vermedi. Bu tüketici kılıklı kişilere organik morganik diyerek pırasa bile satıldı gerisini siz anlayın. Gözleme yiyerek vakit geçirenlerin sızlanmaları eşliğinde bir sonraki durak olan cam terasa gidildi, burada grup terasa ayrı ayrı da olsa çıkarak korkusuz olduğunu gösterdi. Bir iki saatlik arayı fırsat bilenler ise hemen tost, kek, çay etkinliğine katıldılar, ve mağaraya doğru yola çıkıldı, yolu bulundu ve araçlar park edildi, yine belli bir grup yokuş yukarı merdivenleri görünce vazgeçti, bir kısım gerçek gezgin merdivenlere dayandı, bir gayretle yarıya kadar hızla çıkanlardan bir grup daha vazgeçerek geri döndü, ısrarcı olanlar mağarayı görebildiler. Mağarayı gezenler gezemiyenlere çok şey kaçırdınız dediler, pek aldırış eden olmadı, tekrar yola çıkmak üzere iken çevreyi kirletenlere Üstad Sufî Cemil Beyefendi çok takdir gören bir ders verdi, sonra bunlar adam olmaz dedi. Hava kararırken yola düşüldü, bu defa hedef Amasra idi. 


Şarkılı türkülü bir şekilde Amasra’da kalınacak otelin önüne gelindi, park edildi, çantalar valizler reception önüne yığıldı. Kimin hangi odada kalacağı konusunda çıkacak sorunu önceden görenler kura çekilmesi ile ani bir çözüm ürettiler. Odalarına yerleşen ekip yarım saat içinde yıldırım gibi akşam yemeğine hazırdı, sahil balık başına gelecekleri bilmeden misafirlerini bekliyordu. Önceden gidip yer kapanlar bile olmuştu, fakat son gelenler masa yerleşimini uzun müddet taciz ettikten sonra nihayet servis başlayabildi. Gecede bir gariplik olduğu daha baştan belli olmuştu, masa ucundaki bir grup zembereği boşalmış saat gibi dakikada bir hoooopppp   aayyyyyrılllll şeklinde tuhaf bir rakı kültürü sergilemeye başladı, diğerleri önce baktılar sonra bu grubun kendilerine uzak olmasına çok sevindiler. Mekan sahibinin masayı ziyareti, ihtimamlar çok yerinde idi, start bir kuş düdüğü ile verildi. Aradan geçen 4-5 dakika sonunda bazılarının çakır olduğu gözlendi, düdükle çeşitli ikazlar verilmesine rağmen grubun kimseyi dinleyecek hali yoktu. Sahne alan genç gitaristler ise grubun meşrebine uygun bir tat vermeye başlayınca uzun masada oturan kalmadı, doğaçlama bir tango, dans, çiftetelli derken ucu kaçan gösteriye sirtaki ekibi sahne alarak son verdi. Bu girişim hem gitaristlerden hemde masadan yoğun alkış aldı ve “salto” denilen grup çok takdir gördü. Verilen bir aradan sonra tekrar dağıtan ekipten mekan kenarındaki merdivenlerden denize düşenler olduğu söylenince masa şöyle bir hareketlendi, fakat aslı astarı olmadığı anlaşıldı, yeşilli bir bayan merdivenlerden çıkageldi, sonradan gruptan ayrıldığı merdivenlerde denizle konuştuğu söylendi. Tekrar neşesini bulan grup dağıtmaya başlayınca bu sefer sirtaki ekibi olaya tekrar el koydu, bu sefer sirtaki ekibine bir erkek daha ilave oldu, gizli bir yetenek olduğu masada yayıldı fakat sonra grubun bu turdaki gizli para kasası yani tur patronu olduğu anlaşıldı. Gitaristler bir müddet sonra grup karşısında dayanamayıp dağıldı, tümüyle gruba bağlıyız, biz onlarsız bir hiçiz şeklinde bir havaya büründüler, grup tecrübesini konuşturarak bir istek şarkı yaparak daha fazla dağıtmadan geceyi sonlandırdı. İhtişamlı bir şekilde mekanı terkedenler yolda çocukluklar yaparak oteline geldi, odalarına dağıldılar, bir daha sabaha kadar hiç kimse bu gruptan kimseyi görmedi ... 


Sabah pencerelerden bakan grup üyeleri Amasra’da olduklarına kanaat getirdiler, fakat buraya ne zaman gelmişlerdi, pek fikirleri yoktu. Kahvaltıda sayım yapıldı çok eksik vardı, bazıları hakkında telef olmuşlar şeklinde bilgiler geldi. Zaman ilerleyince kadroda bir eksiklik olmadığı anlaşıldı. Amasra çarşısı, limanı bir güzel dolaşıldı, manda tereyağı dahil çeşitli zerzevatlar alınarak, meydandaki kahvede yola çıkılmadan önceki mola verildi, fincanlar fallar için kapatıldı. “Efuli”nin iyi fal baktığı etrafa yayılınca siparişler alındı. En son hareket edecekken Caravelle merdivenlerinde yeşilli bayana fal bakıldı. YP ise kahveden yeşilli hanımın fincanını fal bakması için getirmişti. Fal bakılıp tekrar geri dönüş için düdüklü start verildi.  (önemli not : kahveden getirilen fincan kimin di? Bu konu da ciddi şaibe var ... duyurulur ). Çaycuma geçildi, baston memleketi Devrek geçildi, arkadan sellektörler yapıldı ne olduğu sonradan anlaşıldı, YP’nın köyü yakınından geçilmiş, yani “yukarı dallama orman köyü”. Ekip organizatörlerinin son derece başarılı olduğu bu turda son süpriz “mengen müdürüm lokantası” idi. Lokantaya dalan grup yerli yabancı bir çok müşteriyi ürküterek kendilerine yer açtı. 14 kişi 96 porsiyon yemek çorba tatlı yiyerek günün son yemeğini lezzetler içinde yüzerek kapattı.  Afiyet olsun da gördüğünüz yerleri anlatın diyenler kulağımızı çınlattılar vesselam. Turun son ayağı bir futbol maçının sapanca civarında izlenmesi ile son buldu, artık grubun oturması kalkması herşeyi tam dört dörtlüktü. Vedalaşıldı, ve tur bitti, geriye hoş sedası kaldı ...

kalın sağlıcakla ...

Müdüriyet  

          

10 Ekim 2013 Perşembe

velo

                                                                                                                                                                              
                                                       velo ile başlayan hayal 

Bir süredir aklımda dolaşıp duran fikri, daha doğrusu fikirler yumağını biraz olsun netleştirmek adına yazmaya karar verdim. Yazarken bu fikrin yelkenlerinin dolması,  Ege’nin ve Akdeniz’in havasını hissetmek için Demis’i arka plana koydum, çalıyor. Ne de olsa bu coğrafyanın çocuğuyuz, geçmişte İskenderiye'den başlayan Beyrut, İzmir, Atina,İstanbul,Sicilya, Napoli,Korsika ve nihayet Endülüs’e kadar uzanan kültürün esintilerini solumak, duymak bir başka oluyor. Hele antik çağın en güzel coğrafyasında olmak bazen insanın ayaklarını yerden kesiyor. Neyse, bu bulutların içinden sıyrılıp konuya dönelim herhalde müzik işe yarıyor.
VeloSlow grubu ortaya çıkana kadar kendi başıma biner dururdum pisikletime. Şimdi grupla beraber elden geldiğince binerken zaman geldi geçti, arkaya baktığımızda 30’a yakın grupla biniş olmuş, ilkbahar bitmiş, yaz bitmiş sezon da bitiyor gibi. Bir kez bu binişlerden birinde acaba veloslow gibi bir kulüp olsa nasıl olur konusu geçti, ama sadece bir cümlecik geçti. İşte şimdi onu hatırladım, birkaç gündür de düşünüyorum, bir fikri kafamda olgunlaştırıp büyütüyor, büyütüyorum.  Artık paylaşma zamanı geldi, işte o yüzden yazıyorum, hemde size yazıyorum, onu da kısaca şöyle izah edeyim.
Bir defa birinci paragrafta bahsettiğim kültürün içinde olduğunuzu hissettim, hayatın hem ciddi hem de alaya alınan rollerinde sahne alıyorsunuz ( dayanak ; blog yazılarınızda ve VeloSlow tur özetlerindeki yaklaşımlarınızdan, post-modern tur özetleri hele #27 başka bir tatda ) diğer yandan spora olan samimi inanç ve bağlılığınız özellikle pisiklet sporuna, ki bizlerin ya da benim bağlanmamı sağladınız. Ardından bizde kendi çevremizi etkilemeye ve paylaşmaya giriştik, iyi de oldu. Birşeyler değişmeye başladı, her gün sokaklarda birşeyler değişiyor, umarım bu spor hak ettiği yeri günün birinde bu toplumda alır, ve tam anlamı ile yaygınlaşır.
İşte 100 yıl sonra 100 yaşında bir pisiklet kulübü olsa, kulübün hayal bile edemiyeceğimiz binlerce üyesi olsa, üstelik bu kulüb spor adına yararlı işlere imza atsa, üyeleri bu kulübün bir parçası olmaktan gurur duysalar, çok mu ileri gittim. Boşver ne hissediyorsam onu yazıyorum, yokuş aşağı. Klüp derken bu konsepti biraz daha açayım, aidat ödenen klasik bir dernek işleyişi gibi değil, VeloSlow'da olduğu gibi gerçek bir manifestosu olan buna sıkı sıkıya bağlanan bir kulüp olsun. Yani ekol sahibi bir kulüp, ama bu ekol nasıl yaratılır uzun bir süre mi alır?  bilmem.  Zaten bugünden yarına değil planımız.
En iyisi şöyle 100 sene sonraki bu kulübü anlatsam belki daha iyi olacak ;
Ülkenin bisiklet sporunda ekol olan son derece iyi kaynaklara sahip ve aynı zamanda çok iyi yönetilen bir kulübüdür veloclub_TR  kurallarına, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı hem altyapı hemde üstyapıda sportif başarıları olan, veteran kulüp üyelerine ölene kadar sporla yaşamasına imkan veren bir yapıya sahip.
Sosyal açıdan üyelerinin adeta evi gibi olan kulüp cafe ve restaurantları tema ve konseptleri ile tamami ile pisiklete adanmıştır. Görsel açıdan tam bir şölen sunan, yarışların beraberce izlendiği kritik edildiği, sunumların, eğitimlerin verildiği alanları/salonları olan bir kulüp.
Tabi kulübün başarılarının ve geçmişinin sergilendiği bir çeşit müze tüneli, aynı zamanda bisiklet ve bu spora ait gelirlerin elde edildiği ürünlerin satışlarının yapıldığı bir alan, çok mu ileri gittim acaba?. İsteseniz de fren yapmayacağım, mesela küçük bir çocuğunun elinden tutmuş bir baba üyesi olduğu kulübe gelir, çocuğuna müzeyi gezdirir, abilerinin başarılarına konu olan pisikletlere dokunurlar, çocuk gittikçe artan sorular sorar, sonra isterlerse sunum salonunda geçmiş yarışlara ait küçük videolar seyrederler, karınları acıkır, hemen velorestoya geçerler, buradaki menüler bildiğiniz menüler değildir. Pisiklete özgü menülerdir, yani makarna ve benzeri ağılıklı menüler, pisikletçilerin beslenme menüleri. İşte onlardan seçilen menü ile pisiklet sporcusunun damak lezzetine ortak olunur, kısaca herşeyi ile bu sporcuları hissedebilmek, yaşamaktır asıl olan. Kulübün her yerinde  özenle bu temalar değiştirilerek sırası ile işlenir. İşte siz de bundan sonrasını hayal edebilirsiniz, bir küçük örnek daha vereyim, mesela Tour Of Turkey çok gelişmiş, kendi klasmanında çok ilgi çeken bir tur olmuştur, önümüzdeki yıl 148.ncisi düzenlenecek, route belli olmuş, tanıtımlar yapılmış. Kulüp ise duyuru alanında bir ilanda şöyle diyor (ya da sosyal networkte) 148.nci TofT Sultan etabını turdan önce tanımak, pedallamak isteyenler hazır olsun, gidiyoruz. Gerisini siz hayal edin, hatta yokuşları hayal edin.
Her neyse, umarım bu kısa yolculukta yelkenleri dolan düşüncelerin hangi kıyıya çıkacağını kestirmek zor tabi, ama  pruvanız neta rüzgarınız kolayına olsun diyelim ve son noktayı koyalım.
Sevgilerimle,           10 Ekim Perşembe 2013
Nejdet Avcı     





Not1 : bu yazının ilham perisi Sarper Günsal'dır, yazıda kendisine bir mektup olarak ele alınmıştır, kendisinin hoşgörüşü çok diyorlar :)
Not2 : ben bu yazıyı bitirirken twetter’den bir mesaj geldi , yıllar öncesinden bunları hayal edenler varmış, Hasan Can Çavuş'a Allahtan rahmet diliyorum, belki de bunları hayal eden birçok kişi daha vardır.